1 Şubat 2011 Salı

Münacaat

MÜNACAAT

Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylâk
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.

Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
-vay ki gençtim-
ölümle paslanmış buldum sesimi.

Hata yapmak
fırsatını Adem'e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

Çeşme var, kurnası murdar
yazgım
kendi avucumda seyretmek kırgın aksimi.

Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylâk kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.

Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
Bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

Oysa bu sürgün yeri, bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
âh, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış, bir yanış tasarımı beride
öte yakada benî âdem
her gün küsülü kaldık.

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni, anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana Yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım Ya Rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?

İsmet Özel

16 yorum:

ayşe hilâl dedi ki...

adem'e gösterdi mi yapması gerekeni
ki sana gösterecek olman gereken yeri
adem kendi bulmuştu gideceği yolunu
tevbesiyle kavuştu Rabb rahmetine geri...

iyi ki böyle! iyi ki hürüm! ihtiyâr olmasaydı
cennet olurdu zulüm...

yok dedi ki...

Kaçıncı kez oldu bilmiyorum ama bir kez daha (odamda yalnız oluşumu da fırsat bilerek) neredeyse ağlamaklı bir ses tonuyla ve sesli bir şekilde okudum...
"halbuki AŞK, başka ne olsundu hayatın mazereti"
Sadece ve sadece bu dize için bile İsmet özel'in varlığına şükrediyorum kendi adıma..

Hayat bir "belâ" tüneliyse ve bir mazeret lazımsa şayet kalmak için bu tünelde.. AŞK başka ne olsun ki hayatın mazereti ?
Sibirya Mektupları'nı okuyabilmek çok güzel.. hamd..
Bir an endişelenmiştim kapalı hale gelince..

Hayırlı geceler olsun...

yok dedi ki...

“Âdem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara: 31)
ki Âdem tevbe edebildi...

cüzî irâde ve küllî irâde meselesi.. Rabbanî, kader meselesinde orta yolu tutmanın doğru olduğunu söylüyor.
Ben bu konuda hep tıkanmış ve

"idrâk-ı mealî bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terazi bu sıkleti çekmez."

demeyi tercih etmişimdir. Ki gerçekten çekmez..

Saygılar...

ayşe hilâl dedi ki...

yani nereden başlayacağıma şaşırdım... zira Adem'e öğretilen isimler,O'na öğütlenen tevbe ile aynı kefeye konulmuş... cüz'î ve küllî irade işin içine girmiş...yetmezmiş gibi birde orta yol adı altında "terazi-sıklet" tartışmasına girilmiş...efendim doğrudur..bazı teraziler bazı sıkleti çekmez lakin çekebilecek şekilde yaratmıştır Rabb,en güzel şekilde...uğraşmak lazım,anlamaya çalışmak lazım; dinde kapalı yahut üstü örtülmesi gereken hiçbir dogma mevcut değildir zira. (Kader bahsi de buna dahil)
Hz. Adem'e öğretilen isimlerden maksatın ne olduğunu bilmek lazım evvela... bu tıpkı zihinsel evrimin başlangıcı gibi algılanmalı. insan zihninin tekâmülü. buna kabiliyetli yaratılan insandan beklenen, 'hakikati' seçebilmesi... Adem vadedilene kapılmış-isimleri öğrenmesine rağmen- hata etmiştir. lakin burada aslolan hata etmesi değil, tevbe etmesidir. "Adem'i adam,İblis'i Şeytan" yapan nokta tam da burasıdır.
'Adem'e hata yapmak fırsatını' bu nedenle verir Allah... ama O'na yol göstermek yerine, hakikati kendi eliyle inşa etmesini seyreder.. böylesi daha doğrudur çünkü, cennet ve cehennem de bunun içindir...

yok dedi ki...

Aslında aramızda şaşkınlığa sebebiyet verecek kadar büyük bir ihtilaf yok gibi geliyor bana.. Düşünmedim değil, üzerini kapatmaya da çalışmadım.Bu konuda "tıkandım" demiştim. Tıkanmak için koşmam gerekti..
Kastettiğim şey, determinizmi kendine klavuz edinmiş pozitivst aklın bu işi beceremeyeceğidir. (Böyle yabancı kelimelerle yazmayı hiç sevmiyorum ama Türkçeleriyle ifade edemedim...)
Evet şu konuda ısrarcıyım bu küçük akıl bu sıkleti çekmez ama bu büyük "gönül" bu sıkleti rahatlıkla kaldırabilir düşüncesindeyim.

İnsan zihninin tekamülü konusuna gelince.Yaşadığımız dünyaya baktığım zaman (ki ne kadar sıhhatli bakabilirim bilmiyorum)zihinlerde bir tekamül, bir kemale erme mi yoksa bir karanlığa gidiş mi söz konusu tam olarak kavrayabilmiş değilim.
Dünyaya bakışımız, içinde bulunduğumuz andaki hissiyatımıza bağlı olarak öyle çok değişiyor ki... Ak'la kara kadar olabiliyor bazen bu değişiklik...

Ben de sizin gibi öğrenmek, anlamak istiyorum.
İnandığımız kitapta da defalarca yazdığı gibi Bu bir imtihan.. İmtihanın sırrı iradede yatar. Yoksa manasızlaşır bu iş... daha çok anlamak daha çok öğrenmek istiyorum ben de.. Tıpkı siz gibi. Eğer varsa ortada bir tekamül, ona katkı sağlamak arzusundayım.
Ayetler üzerine yorum yapacak ne donanıma ne de cesarete sahibim şu an. Fakat okuduklarımı aktarabilirim.

"Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz."(Tekvir, 81/29)

ayetinin insanın ihtiyarını saf dışı bırakmadığını ve bırakmayacağını bu ayetten hemen önce gelen

27- O, âlemler için öğütten başka bir şey değildir,

28- İçinizden doğru gitmek isteyenler için.

Ayetleriyle anlamak mümkün.


mevzuu uzun çetrefilli.. şimdi daha uzun okumalara, öğrenmelere çok ihtiyacım var.
İnanın nasıl bir yorum yazdığımı şu an ben de kestiremiyorum. Uzun ve sıkıcı olduysa özür dilerim.. Şurada

http://www.kuranikerim.com/telmalili/tekvir.htm

yazanları daha derinlemesine okumak için bilgiye ve zamana ihtiyacım var galiba.

Saygılar..

ayşe hilâl dedi ki...

hem ilahiyatta okuyor hem de kelama ilgi duyuyor olmam hemen savunmaya geçmeme neden olmuş anladığım kadarıyla... sadece şunu ifade etmek isterim: kemalat, olması gereken tek hakikat. ileri atılmayan her adım, geriye çekmekte bizi zira... ama yavaş ama hızlı bir şekilde zihni tekamülümüzü tamamlamaya çalışıyoruz... hayat bundan ibaret.

evet doğada zorunlu bir determinizmin varlığına inanıyorum...Tanrı'nın bunu istediğine, adaletini bu kanunlar çerçevesinde düzenlediğine inanıyorum. unutmadığım şey şu: her zaman mucizelere yer vardır ama bu alanla determinizmin alanı değil kesişmek teğet bile geçme imkanına sahip değildir...

bunları konuşabiliyor olmak güzel..teşekkür ederim:)

yok dedi ki...

deterministler, mucizelerin varlığının farkına varmak zorunda.(bilenler tıpkı sizin yaptığınız gibi unutmamak durumunda)
Modern insana; ayın ikiye ayrılmasından, Bedir'de alaca atlara binmiş meleklerden bahsedince gözlerini başka yerlere kaçırmak gibi bir eğilime giriyor. şuur altında gizli bir "hadi canım sen de!" yatıyor.
Alanlar, branşlar, dallar farklı olsa da insandan sadrolmuş ilimlerin hepsi nihayetinde yüzünü insana dönüyor. Kesişebilmeliler. En azından birbirlerini nehyetmemelidirler.
elbette tohum koymadan toprağa, fidan çıkmaz. sebep ve sonuç.
Ama kainatın yaratılışı, bu yaratılışın gerekçesi; determinizm'e gelmiyor işte benim zihnimde, aklımda, rasyonel olmam gerektiğini emreden yerlerimde...
Dün düşündüm de bir türlü yazdığı yeri bulamadım. Tirmizi'den rivayet edilmiş bir hadîs
var, sahih ve hasen denilmiş. Şöyle :

‘Ey çocuk Allah’ı muhafaza et ki, Allah da seni muhafaza etsin. Allah’ı muhafaza et ki, onu karşında bulasın. İstersen Allah’tan iste. Yardım dilediğin vakit de Allah’tan dile’ Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş. Hadisi şerifin tamamı şöyledir:
‘Bilmiş ol ki, şu ümmet sana bir fayda vermek için ittifak etse, Allah’ın takdir ettiğinden başka bir fayda veremez. Sana bir zarar getirmek için toplansalar Allah’ın takdir ettiğinden başka bir zarar yapamazlar. Kalemler kurumuş, sahifeler dürülmüştür.’

"Allah'ı muhafaza et ki.." ibaresi de bir ihtiyarı vurguluyor sanki. Hadîs hakkında düşündüklerini şu şekilde ifade etmiş ismet özel :".. takdir ile karar yan yana yürür, belki de üst üstedir, iç içedir."

Bence de konuşabilmek çok güzel :)
Ben teşekkür ederim.

yok dedi ki...

Burak kardeşim başını da çok ağrıttım biliyorum. Hakkını helal et ama belirtmem gerek bir kaç şeyi unutmuşum.
Modern insan şunu yapmalı bunu yapmalı derken kendimi bu durumdan tenzih etmiyorum. Bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet versin istemem. Bunları söylememden, söyleyebilmemden de anlaşılıyor ki ben de bahsettiğim durumların az ya da çok bir yerlerinde duruyorum.

Ve bir de "hadi canım sen de" ibaresini kullanırken de ayşe hilâl kardeşim seni tenzih ederim.
bu işin ilmiyle uğraşan bir ilahiyatçı ile konuşurken umarım yanlış bir tavır sergilememişimdir. yeniden saygılar :)

yok dedi ki...

bir de ben sana burak mı dedim :( Buğra. Af edersin.

mbd dedi ki...

Estağfurullah, affı gerektirecek bir durum mevzubahis değil. İkinize de teşekkürü borç bilirim bu güzel sohbet için. Determinizm konusu uzun zamandır kafamı kurcalıyor, sohbetinizden istifade ettim. Devamını da bekliyorum :)

ayşe hilâl dedi ki...

hmmm ilginç! yani hadisten anladıklarımız:) öncelikle Allah'ı muhafaza et ki... ibaresi bir şart cümlesi... muhafaza et ki muhafaza olasın.. şayet etmezsen O da seni muhafaza etmez bu kadar basit! kişinin elbette seçme hakkı vardır ammâ burada bahsi geçen topluluk için bu söz konusu değildir:ümmete seslenilmektedir... ve burada muhafaza edilmesi gereken Allah değil, O'nun şeriatı ve saygınlığıdır. şu halde inanan topluluk için herhangi bir ihtiyar söz konusu da değildir gerekli de... onlar bunu yapmakla zaten mükelleftir.
esas ilginç kısım-ihtiyardan bahsedeceğimiz yahut bahsedemeyeceğimiz kısım- ikinci kısımdır. ben muhaddis değilim ama eğer bu son kısım hadise sonradan dercedilmediyse büyük bir karanlık bizi bekler. burada takdir işin içne girmiştir, hatta kalem kurumuştur artık...
bunu da şu şekilde izah etmeye çalışmak benim için en büyük çıkış yolu... zaman da mekan da bizim zihnimiz için. anlamaya çalışırken bu iki mefhumu geride bırakmamız yahut hesaba katmamamız mümkün değil. takdir ise zaman ve mekan üstü bir husus. dolayısıyla şu sorular ortaya çıkmıyor mu? önce kul mu diledi yoksa Allah mı? önce kesb mi yoksa takdir mi?
bu konuda sürekli takılıp kalmamız, bu eşiği bir türlü atlayamamamız zamanın bir oyunu!:)
buradan determinizme geçmek ilginç olacak.. söylenecek o kadar çok söz var ki! bir kere müslüman determinizmi başkadır!:)nasıl başkadır? efendim müslüman,evrenin yaratıcısını da bilir, bu determinizmin yapıcısını da bilir. dolayısıyla evren nasıl yaratıldı gibi absürd sorular sormaz. Tanrı, kendi kurallarıyla kendini kuşatır. Bizim Tanrımız, nerede ne yapacağı belli, kuralları ile kendini sabitlemiş 'ahlaklı' bir Tanrıdır.
bizim kendi ellerimizle yaptığımız kötülükleri engellemez ama bunları yapmamızı dilemez de... zira dilemek, bir şeyin eksikliğinden sonra, varlığı için harekete geçmeyi gerektirir. lakin Allah mahsa iyidir, ondan kötülük sâdır olmaz.
biz determinist müslümanlar biliriz ki; yapılan kötülükler, bizim yanlışlarımızın bir neticesidir. ne doğa bizi zorlar ne de Allah. Allah'ın koyduğu kurallar, kozmoz içindir. kaos, bizim elimizle gelir.
yani...nedensellik, alışkanlıklarımızın değil bizzat Tanrı'nın kurduğu bir düzenin ürünüdür. alışkanlıkların kalın örtüsü kalkınca da doğanın üzerinden, nedenler hiç bir yere gitmeyecektir. düzen, bunu gerektirir...

Buğra ne düşünüyor bilmiyorum ama bence bunları bu platformda konuşuyor olmak güzel. teşekkür ederim her ikinize de:)

yok dedi ki...

"..ve burada muhafaza edilmesi gereken Allah değil, O'nun şeriatı ve saygınlığıdır. " bu cümlenizde mutâbıkız. Elbette ki Allah'ın sözünü başkalarının sözlerine üstün tutmak anlamında bir muhafaza söz konusu. (ve bu noktada tabii ki bir ihtiyardan söz edilebilir/ edilmelidir.)

Zamanın oyunu demişsiniz ya :) benim akıl terazimin çekemediği sıklet budur işte..

Müslüman determizm'i :) tabirini okumak, itiraf etmem gerek ki benim için farklı bir deneyim oldu. Bence de Müslüman, bahsettiğiniz şu soruya kesinlikle takılmaz : "kaninat nasıl yaratıldı." Çünkü müslümanın inandığı Tanrı'nın kudreti sonsuzdur; O Allah ki Alîmdir, Kâdir'dir.
Burada Akıl denen şeyin soracağı soru "niçin yaratıldı" sorusudur. Cevap veremeyeceğini bile bile bu soruyu sorar. Bu soruyu duyan Gönül "Aşk" diye cevap vermiştir.

"Kıl san'atı üstadı tahayyürle temaşâ
Dem urma ârif isen çün ü çera'dan."
demiş sıklet hesabını yapan Ziya Paşa.
(Çün ü çera' : Neden ve Nasıl )

Kavram denilen şey; zihnin kavrayabildiği, kuşatabildiği şeydir. Sonsuzluk mefhumu aklın kuşatabileceği, sarıp saramlayabileceği kadar küçük değil. Aklımla bunu yapamıyorum!

hep şairlere başvuruyorum ama

" Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var.
Akıl için son tavır saçlarını yolmak var."

diyen zâta istesem de istemesem de hak vermek durumundayım.

Ben de hadis ilmiyle iştigal etmiş değilim :) bir garîb, yeni Türkçe öğretmenliği mezunuyum. Sahih kabul edilmiş ve Tirmizî'nin rivayeti olduğu içim aktardım.

Başımıza gelen olumsuzluklara sebep olarak yaptığımız yanlışları gösterdiğimiz zaman da sıkıntıya düşeceğimiz noktalar var. Yanlış yapabilmesine hiç imkan olmayan insanların başına ne işler geliyor ne işler..
Bence herkes kendi imtihanını yaşıyor; doğuştan gözleri görmeyenin de zevk u safâ içinde gününü gün edenin de imtihanı kendine has ve biliyoruz ki o hesap gününde kimseye zulmedilmeyecek.

"Lâyık mıdır insân olana vakt-i kazâda.
Hak zâhir iken bâtıl içün hükmü imâlet."
Beyti de Takdir ile kararın iç içe oluşu konusunda aklımı demeyeyim :) ama gönlümü kıpırdatıyor..

Saygılar..

yok dedi ki...

ve bir de:

"halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti"

ayşe hilâl dedi ki...

:) o zaman sadece bir şey tavsiye edeyim bütün bu konuşmaların üzerine...benim için önemli olan bir kitap: ankara ilahiyat'ta halen hocamız olan Sy.İlhami Güler'in, 'Allah'ın Ahlakiliği Sorunu' adlı eseri bana çok yardımcı olmuştur. umarım sizler içinde bir ferahlık olur:)

kitap hakkında küçük bir ipucu!

ithaf...

"Kader" veya "alınyazısı" inancının doğurduğu kayıtsızlıktan dolayı, aşılanmadığı veya hastalıkları ihmal edildiği için tabî ecelleriyle ölmeyip Allah'ın(haşa) erkenden "aldığı" başta beş kardeşim olmak üzere, milyonlarca mü'min evladının;
"kısmeti kapalı" olduğu için evde kalan kızların;
"göreceği" olduğu için 'kuma'ya; "kader"i olduğu için de zalim kocalara katlanmak zorunda kalan zavallı kadınların;
başkalarına "ibret", kendilerine "imtihan" olsun diye(haşa) ana rahminde sakatlananların;
"nasip" ve "kısmet"leri nâkıs tüm Güneylilerin;
yaptığı haksızlıkları "Allah'ın kaderi" olarak meşrûlaştıran Muaviye'ye karşı başkaldırdıkları için şehid edilen Ma'bed el-Cühenî ve Ğaylan ed-Dımeşkî'nin...
velhâsıl
bütün "kader kurbanları"nın anısına...

"Vemâ Rabbuke bi zall^min lil'abîd"

yok dedi ki...

hmm. umarım yanlış anlaşılmadım. Çünkü son yorumda bunu sezdim. Kesinlikle ve kesinlikle aşı olmamak, zalim kocaya boyun eğmek, güneyliliere yapılan zulmü imtihan olduğu gerekçesiyle hoşgörmek gibi bir gaflete kapılmadım elhamdülillah.. Allah esirgesin.. Sanırım sizde böyle bir şey söylemediniz ama sezgi diyelim benimkine.. :)

Anlatmaya çalıştıklarım bütün bunlardan azadedir.. Dikkat ettiyseniz daha evvel ki yorumlarımda yer alan mantıkla pratik/günlük hayata hiç temas etmedim. Bilhassa kader konusunda..

Önce tedbir sonra tevekkül elbette ki... Hatta Rabbini tanıyan müslüman daha fazla mücadele edecektir günlük hayatın içerisinde.. Çünkü O'nun Rezzak olduğunu bilecek ve rızık endişesi ile haksızlığa boyun eğenlerden olmayacaktır, Kâdir olduğunu bilecek ve hayatı boyunca gözüpek davranacakıtr. misaller çoğaltılabilir...

Dünya hayatının pratik boyutu gayet anlaşılır, açık ve seçiktir. sizin de dediğiniz gibi sebeplere ve sonuçlara dayandırılarak rahatlıkla çözümlere kavuşturulabilir..
âşını olursun hastalıktan kurtulursun, kocan sana zulmediyorsa mutlaka yardım alır bir şekilde mahkemeye ulaşırsın/ulaşmalısın.. hem imkansızlıkları hem de zihnî prangaları sebebiyle Ulaşamayanlar vardır elbette Allah yardımcıları olsun.. Ki "hanımları erkeklere Allah'ın emanetidir." Karısına zulmedenin önce imânından şüphe etmesi gerektir..

Tavsiyenizi not alıyorum. Mutlaka ulaşmaya çalışacağım...

Bu sefer kendi yazdığım bir şiirden dörtlükle bitireyim. :)

O gün, güneş battığı yerden doğacak
Çünkü Tanrı sözünün eridir.
Kahhar karanlığı elbet boğacak
O Allah ki zulümden beridir. /H.

Saygılar, selamlar.. Çok teşekkür ederim..

ayşe hilâl dedi ki...

:) öncelikle çok güzel bir şiir, mutlu oldum okuyunca...

bu tavsiye, ihtiyacınız olduğunu düşündüğüm için değil de aslında aynı fikriyâta sahip olduğumuzu düşündüğüm içindir, böyle biline!:)

umarım okuduğunuz vakit, daha iyi anlarsınız...
zaman ve mekandan âzâde olamayan teâmüllerimiz ve tefekkürlerimiz için de bir yol olur inşallah...

ben teşekkür ederim, sevgiler...

Yorum Gönder