Instagram hesabımızı takip edin:
Sibirya Mektupları
"Yürüdüm yazmadığım şiirlere basarak..."
16 Kasım 2019 Cumartesi
15 Ocak 2014 Çarşamba
Ve Tek Kare Bir Film
VE TEK KARE BİR FİLM
Tabiata çıkıyorum
Göğsüm bir müzikle
Vuruyor ritmini
Dinliyorum hüznünü sendeki güzelliğin
Başımda fırtına bir taç
Unutulmuş padişahlıklar
İpiri gözleriyle uyanıyor
Şu gündüzden kalan mesele
Bir hatip bir kuruntu
Rutubet ve ukalalıklarla dolu bir debdebe
Başını koyduğun yastık
Bir yılan sürünerek geçmiş gece
Hadi bir sonuç yaz bir teselli uzat
Göğüs ağrılarına çırpınışlara
Korkulara
Ve bir çıngırak gibi öten zamana
Kolye gibi taşıyorum boynumda
Varlığını onun
Bir ceylan tutuyor ağzında
Kuşlara takılıp gidiyor aklım
Her gün kaçıyorum
Yoksa gülüşün
Gelip siyasetten kozmetikten söz edişin
Bakıyorum aleve dönüşüyor bir çırpıda
Dost
Bu eli sıkı tut
Çarşıda evimizden uzakta
Bir pazu güreşi varsa kaybolmayalım
Geçecektir daha daha
Günler
Bilmeden kavramak nasıl
Zirvesine göz koyduğum dağlara bak
Koşup takıldığım çitlere bak
Cahit ZARİFOĞLU
31 Ekim 2013 Perşembe
Proust'un "Kayıp Cennetler"i
Marcel Proust
(Yakalanan Zaman, YKY, çev: Roza Hakmen)
“Hayatımızın bir döneminde söylemiş olduğumuz sıradan bir söz, yapmış olduğumuz en önemsiz hareket, mantıken o söze veya harekete bağlı olmayan şeylerle çevrelenmiştir, onların yansımasını üzerinde taşır; akıl yürütmek için kendilerine ihtiyaç duymayan zihnimiz tarafından ayıklanmış olan bu şeyler – burada bir kır lokantasının çiçekli duvarında batan güneşin pembe parıltısı, açlık duygusu, kadınlara yönelik arzu, lüks zevki; orada sabah denizinin mavi kıvrımlarının sarmaladığı, su perilerinin omuzları gibi kısmen görünen müzik cümleleri – en basit davranış ve hareketlerin bile içinde saklandığı ve her biri farklı renkte, farklı kokuda, farklı ısıdaki nesnelerle dolu yüzlerce kapalı şişe gibidir; üstelik bu şişeler, sadece rüyalarımız ve düşüncelerimiz açısından da olsa, sürekli değiştiğimiz yılların geniş yelpazesinde, farklı yüksekliklerde bulunduklarından, birbirinden son derece değişik atmosferler içerdikleri duygusunu yaşatırlar bize. Gerçi bu değişiklikler biz hissetmeden gerçekleşmiştir, ama aniden karşımıza çıkan hatırayla şimdiki halimiz arasındaki mesafe, tıpkı farklı yılların, yerlerin ve saatlerin hatıraları arasındaki mesafe gibi, o kadar büyüktür ki, belirgin özellikleri olmasa bile, birbiriyle kıyaslanamazlar. Evet, hatıra, eğer unutuş sayesinde, kendisiyle şimdiki an arasında herhangi bir bağ, bir köprü kuramadan, kendi yerinde ve tarihinde kalmış, bir vadinin dibinde veya bir tepenin doruğunda uzaklığını korumuş, tecrit edilmişse, bize ansızın taze bir soluk getirir, öyle çünkü bu, eskiden soluduğumuz bir havadır; şairlerin cennette nafile aradığı bu temiz hava, ancak daha önce solunmuşsa, bu derin yenilenme duygusunu yaşatabilir, çünkü gerçek cennetler, kayıp cennetlerdir.”
2 Eylül 2012 Pazar
Yazın Bittiği
YAZIN BİTTİĞİ
Yazın bittiği her yerde söylenir.
Böyle kırmızı kalkan görülmemiştir
Ölüleri örten yapraklardan başka.
Çünkü sahiden yaz bitmiştir,
Göle bakmaktan usanır insan,
Koru tutmaktan, yol gözlemekten;
Çadırlar toplanır, yaralar sarılır;
Durgun bir yolculuk, uzun bir şapka
Artık yaprakları beklemektedir.
Aşk mıdır kış gelince başlayan
Beyaz kılıçla yürüyen aşka...
Bırakmaz olur kuşlarını ülkeler,
Yazın her yerde bittiği söylenir;
Yorgunluklar çoğalır silahlardan sonra;
Kardan mezarları görülür ıssızlığın
Ölü öpüşlerin koyuluğuyla...
Aşk kalmıştır otlarda yılı götüren,
Cesur savaşçıları taşıyan kışa.
Her yerde yazın bittiği söylenir,
Çürür çiçeklere yapışan kanlar;
Belki uzaktan iki atlı yaklaşır,
Belki yakından iki yaprak kalkar;
Akşamın örtüsü derelerde yıkanır,
Gökyüzünü görünce gecenin devi
Çıkarıp şapkasından yıldızlar saçar,
Cüceler bunu bilir, gürgenler bilir,
Aşkın uyumadığı her yerde söylenir.
Ülkü TAMER
13 Mart 2012 Salı
Üç Firenk Havası II: Ölüm Cantabile
Hüve'l Bâki...
ÜÇ FİRENK HAVASI
II
Ölüm Cantabile
Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
Görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
Yerimi yadırgadım
Yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
Çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
Durmadan bir beyaz aygırla taşardım derin göllerden
Bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
Güneşin zekâsıyla doymak isterdim
Kaba solgun kâğıtlar sunardı
Şehrin insanı bana
Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin.
O gün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
Kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
Ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
Mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
Azıcık gece alayım yanıma yalnız
Serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
Böcekler için rutubet
Örümcekler için kuytu
Biraz da sabah sisi
Yabani güvercin kanatları renginde
Biz artık bunlar olarak gidiyoruz
Eylesin neyleyecekse şehrin insanı
Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Bozuk paraların insanı, sivilcelerin.
İşte öldüm, işte son kadife çiçekleri
Son defneler, baldıranlarla kefenlediler beni
Bütün kaçaklar için ince bir merhem oldu benim ölümüm
Bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak
Benim ölümümden yayılan kırpıntıları
Boğaz tokluğuna çalışanlar
Özenle kilitleyecek göğüslerinde
Benim ölmüş olmamı
Hiçbir yaprak damarından
Hiçbir su özünden atamayacak beni
Ortaya benim ölümüm sürülecek
Pey akçesi olarak
Tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
Ama neler olup bittiğini hiçbir âyetten
Hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı
Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin
İsmet ÖZEL